23 Kasım 2024
  • İzmir21°C
  • İstanbul19°C
  • Antalya25°C
  • Ankara18°C

YÜREĞİ KANATLI KUŞADASI

DURSUN ÖZDEN

01 Şubat 2015 Pazar 12:38

İç gezi kapsamında, yine yollardayız... Anadolu'yu adım adım dolaşıyoruz. Bu bereketli topraklar ve zengin kültür mozayiği, hemen herkes gibi bizi de büyülüyor. Yoleri gezgin dervişin yolu, bu kez de yüreği kanatlı kuşların diyarı Kuşadası'na düştü. Kuşadası Belediyesi’nin her ay düzenli olarak yaptığı kültür ve sanatsal etkinlikleri kapmasında, Küba dostlarıyla adadayız, yeniden… Küba’da, Kuşadası dansı yapmanın ayrıcalığını yaşamak ne güzel…
       
Ege Denizi kıyısında bulunan ve doğal bir liman olan Kuşadası, Aydın iline bağlı kışın 48 bin, yazın ise yaklaşık 250 bin nüfuslu şirin bir sahil ilçesidir. Sırtını, Pilav ve Samson Dağları'na yaslamış, Küçük Menderes Nehri'nin suladığı verimli ovalarda narenciye başta olmak üzere meyva ve sebzenin yoğun üretildiği bereketli topraklar ve "mavi bayraklı" temiz kıyılar ve denizin arasında bulunan bu eşsiz yöremiz, turizmin her türüne hizmet veriyor. Her mevsim, yerli ve yabancı turistlerin beğeni ile gezdikleri bu yöre, tarihin hemen her döneminde önemini korumuş. Lidyalılardan günümüze kadar uzanan ve bölgede bulunan pek çok tarihi, kültür, inanç, doğa ve alternatif turizmin zengin dokuları sayesinde Kuşadası, Akdeniz havzası ve ülke turizminde ön planda bulunuyor. 
 
Gezilip görülecek yerler: 
Bülbül Dağı'nda bulunan Meryem Ana Evi, Efes Harabeleri ve Antik Tiyatrosu, Kral Yolu, Celsus Kütüphanesi, Artemis Tapınağı, Selçuk Açıkhava Müzesi, Şirince Köyü, Zeus Mağarası, Didim Priene Antik Kenti ve Athena Kutsal Alanı, Didyma Apollon Tapınağı, Milet Antik Kenti ve Tiyatrosu, Yedi Uyurlar, farklı yabanıl hayvanların ve el değmemiş ağaçların bulunduğu Milli Park ve koyları, Güvercin Ada ve Kuşadası Kalesi, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı, otantik öğelerle süslü bahçesinde evcil ve yabanıl hayvan türlerinin barındığı Değirmen mesire alanı ve restaurantı, Davutlar ve Güzel Çamlı Sahilleri, Gazi Beğendi Tepesi, Kadınlar Plajı, Pamucak Sahili, Dünya Çocukları Barış Ormanı, Marina Yat Limanı, ıslak ve heyecan dolu aktivitelerle sınırsız eğlencenin yaşandığı, yapay dalgalarla oluşturulan gerçeğe yakın rafting parkurunda alternatif doğa sporlarının keyfini yaşayabileceğiniz  Avrupa'nın en büyük Aquaparkı Adaland ve diğer su parkları, Kuşadası Çarşısı, Panayır Dağı, Hacı Feyzullah Mahallesi Eski Evleri,  yok olan Anadolu köy yaşantısının maketlerle canlandırıldığı, Arvalya Mevkii'ndeki  Çetin Kültür Köyü Müzesi, Kaleiçi Çarşısı ve Barları, Barlar Sokağı, Kirazlı Köyü ve öteki köylerdeki şeftali bahçeleri ve üzüm bağları, gezilip görülmesi ve alışveriş yapılması gerekli yerlerin başında geliyor...
 
Gözleme, bazlama, yufka vb. geleneksel Türk mutfağının lezzetlerini tadabileceğiniz köy sofraları ve lokantalar; kesenize uygun bir konaklama yeri seçebileceğiniz tatil köyleri, otel, motel ve pansiyonlar size zengin seçenekler sunuyor... Kuşadası'nda geleneksel olarak Şubat ayında yapılan "Deve Güreşleri", Temmuz ayında yapılan "Kuşadası Kültür ve Sanat Festivali" ve "Altın Güvercin Şarkı Yarışması", izlemeniz gereken etkinlikler arasında...  
 
 Tarihte Kuşadası       
 Kuşadası, adında "kuş" kelimesi geçmesine rağmen, birkaç yerde güvercinler için yapılmış yuvaları saymazsak, ismiyle müsemma yani çeşitli kuş türlerinin barındığı ve koruma altına alındığı bir yer değil. Ama gönlü göçmen, kanadı yüreğinde kuşların, gamsız çalıkuşlarının, kalbi Ege' de kalanların uğrak yeri, belki yaşamak için seçtikleri Ege'nin inci tanesi...
 
Ağlara takılan balıkçıların umutları, kurtulup engin denize açılınca, balıkçılar para değil belki ama düş zengini oluyorlar. Çifti çubuğu olanlar, bağ bozumlarında kendi elleriyle yaptıkları dumanı üzerinde köy ekmeğine, yörenin kara-yeşil zeytinini katık ettikten sonra, bir de tütün sararlar ki, barış çubuğu... Adanın yedi köyü, tekmili birden alırlar mesajı.
 
Kuşadası'nın Helenistik dönemdeki adı "Neopolis" idi ve Efes şehrinin bir sayfiyesi gibiydi (ben bilenlerin yalancısıyım). Bugünkü Kaleiçi mevkii, Kuşadası' nın kurulduğu ilk yer. Bazı yerlerde Sultan Süleyman zamanında, Barbaros Hayrettin Paşa, kale tipinde bir cephanelik, XVII. yy' da da kalenin kalıntıları görülebiliyor. Ortaçağ' da ise şehir "Scala Nova" (Yeni İskele) adını aldı. Kanuni Öküz Mehmet Paşa bir cami ve kervansaray yaptırdı. Bize de buraları gezmek düştü. Bu arada parantez içinde belirtmeliyim ki, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı' nın kapısının önündeki nazik(!) görevlileri, hafta sonları tertipledikleri "Türk Gecesi" nde ne tek bir kare görüntü almak, ne de şöyle bir göz atıvermek için bile olsa (çok cebelleştik çook) bizi içeri almadılar. Hadi bu da nazar boncuğu olsun.
 
Sesini sesime yolla
Otobüs otobüs insan sıcağı taşınıyor, Kuşadası'nın küçük garına. Bir taşın üzerine ilişmiş, onu bekliyorum. O, yolculuğu bir yaşam biçimi olarak seçmiş, yüreğinin tortusu sevgiyi yollar boyunca tohum saçar gibi adımını attığı, usunun ulaştığı her yerde, sonsuzlukta filizlendirmiş, sevgisini sebil gibi sunan bir sevi yolcusu, bir gönül adamı... Düş yoldaşı, yoleri...Nihayet yoleri, yüzünden hiç eksiltmediği tebessümüyle, İstanbul'dan kalkan otobüsünden indi ve düşlerin düğünü başladı... 
 
          Sesini sesime yolla
          Yıldırım düşer gibi
          Şiir okunu sapla yüreğime
          Bayramlık zurna ve davul
          Ses getirsin
          Gök yarılsın
          Yıldızlar mısır gibi
          Patlasın ağzımızda...
 
 Kuşadası çevre yolundan yürürken yavaş yavaş tepemize dikilmeye hazırlanan güneşe inat, hararetli bir sohbetin içindeydik ki; sessizlik bağladı dilimizi. Harman da yoktu mezar arasında, göz yaşı da... Ölüler ağlamıyordu. Ruhlarına sayısız kere rahmet okunmuşların sessiz dili konuşuluyordu. Sessizce her biri kendi öyküsünü anlatıyordu. Şimdiki tek ve ortak paydaları sessizlikten önce çatışmanın, yıkımın, kaygının ve mutsuzluğun zehrini içmişlerdi. "Var" denilen her şeyin nasıl da sonsuzda eridiğini anlattılar. Yoksulla varsıl, düşmanla dost, iyi ile kötü... Birdiler, birleştiler... İnsan soyunun, sonsuzca sevgi ve barışın hemen, şimdi farkına varmasını dilediler ve sustular...
 
Gazi'nin beğendiği...
İncelikli bir zevk ve estetik duygusuna sahip olan, “olgun ve nurlu bilgeler ordusu” Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, sonradan "Gazi Beğendi Parkı" adıyla düzenlenen ve tüm Kuşadası'na hakim tepesinde, 14 Şubat 1934’de izlediği bu eşsiz manzaraya doyamadığı söyleniyor.  Hakkı varmış Ata'nın... Küçük bir oyuncağa benzeyen balıkçı ve gezi tekneleri ile yolcu vapurları, gelin gibi süzüle süzüle ufuk çizgisine doğru yol alırken, gıdıklıyor denizi muzipçe... Uykusundan uyanan turkuvaz örtülü deniz, dalga dalga kıkırdıyor. Şakacıların biri gidiyor, biri geliyor irili ufaklı. Denizin, yankısı kalan kahkahaları, sarp, girintili çıkıntılı kayalarda çınlıyor. Başka sesleri algılayamıyoruz. Dalgaların şarkısı okşarken kulaklarımızı, bir de türkü dolanıyor dilimize inceden. Körfez, kendi keyfine eşlik ettiğimizi fark edince, açıyor mavi yüreğini. Yüreğinden lacivert, çivit mavisi, gece mavisi, turkuvaz ve mavinin var olan tüm tonlarını fışkırtıyor. Renkler yayılıyor suya özgürce. Dalgaların kendini gıdıklamasından asla rahatsız olmayan kayalıklar, el çabukluğuyla turkuvazı hemen kapıveriyorlar ve kendi sularını boyuyorlar. Ardından zıp zıp balıkların dansı başlıyor körfezin serin sularında. Deniz dibi güzelliklerine aşık balıkadamların kendilerini izleyişine hayret edip "Bunlar da bizden mi? Pulları, solungaçları, yüzgeçleri var mı?" diye birbirlerine soruyorlar. 
 
Denizin mavi bedeni erguvaniye dönüşürken, uzun süre etkisinde kalacağımız bu görüntüler ve seslerle, adeta hipnoz vaziyetinde, ayaklarımızı sürüye sürüye ayrılıyoruz oradan. Giderken biraz daha güzellik alabilmek için ezberimize, yavukludan ayrılır gibi sık sık geriye dönüp bakıyoruz ki; kıyının öbür ucunda, Güvercin Ada'daki kalenin varlığını fark ediyoruz.
 
Kalenin dibinde taş ben olaydım... 
Akşamın kızıl hareleri birer makas alıyorlar yanağımızdan pervasızca. Güneş, kalenin hemen yanı başında, dağların arkasında güzellik uykusuna yatmaya hazırlanırken, çoban yıldızı ve dolunayla selamlaşıyor. Bizi fark edince de şımarıyor ve ışıklarını azaltarak, uyku moduna giriyor:
-Ben ve tüm güzellikler sizlerindir. Yeter ki kıymayın bize. Güneşi vurmayın. Yarın yine geleceğim. Sizleri saracağım...
            
Bunlar, güneşin baldan tatlı uykusuna geçmeden önceki son sözleri oluyor ve Kuşadası'nı selamlayan ateş topu, cup yatağına atlıyor. Bu seremoniyi izlerken, güneşin, kalenin bedenindeki akşam dansı da dikkatlerimizden kaçmıyor. Gündüz saatlerinde oldukça mütevazi ve mahcup görünen kale, günün geceyle öpüştüğü saatlerde, ışıktan gerdanlıklar bir bir dizildikçe boynuna, daha bir büyüyor azametle; taa en uzaktakiler de kendini fark edebilsin diye... Kuşların değil ama aşıkların koyun koyuna sabahladığı adadan-kaleden ayrılırken; ister istemez bir türkü daha dolanıyor dilimize: "Kalenin dibinde taş ben olaydım. Gelene geçene yoldaş olaydım..."   
 
Güneşte demledim çayımı 
Davutlar yolu üzerindeki sahil sitelerinin, Pamucak ve Kadınlar Denizi'nin ve de Kuşadası'nın tüm plajlarında, güzelden güzel, ırmak saçlı deniz kızları, sularla oynaşmak için güneşin uyku vaktini ve kalabalığın çekilmesini bekliyorlar. Kavalyeleri yunuslarla özgürlüğün dansını yapıyorlar kızıl sularda, seyirlik... Devinimleri dalga dalga evrene yayılırken, çapkın yunusların sırtına binip, güneşin izini sürüyorlar. Biz de, bu doyumsuz güzelliğin seyrinde, güneşte demlediğimiz çayı yudumluyoruz....
       
Bir nefeste Efes 
Efes, Artemis Tapınağı'na 2,5 km. uzaklıkta, güneyde Bülbül Dağı(Koressos), doğuda Panayır Dağı(Pion) ile çevrili derin bir alanda kurulmuş antik bir kent. Kral Yolu'nun başlangıç noktasında ve Anadolu içlerine kadar uzanan ticaret ve kültür yollarının ortasındaydı Efes. Yeri, Küçük Menderes Nehri'nin alüvyonlarla limanı doldurması tehlikesi nedeniyle birkaç kez değiştirildi. "Efes" adının etimolojisi ise kesin olarak yapılamıyor ve tarihi gibi rivayetlerle dolu... 
 
Daha Efes'e girerken, kentin eğlencelerle, zorbalıklarla, sevdalarla, haraçlarla, isyanlarla dolu; kısaca insana dair tüm duyguları girift bir şekilde sarmaladı bizi... Efes'in insanları artık yoktular. Ama kendi yaşamlarına ait yaşanmışlıkların tortusu, kentin dokusunda somutlaşmıştı. Bu nedenle, üzerine oturduğumuz her taş, dokunduğumuz her sütun hala yaşıyor ve çığlık çığlığa Efes'in çileli öyküsünü anlatıyordu. Adımımızı attıkça, tarihin mıknatısının bizi hortum gibi içine çekmesinden kurtulamıyor, an ve an boyut değiştirmemizi hayretler içinde izliyorduk... İyi bir akustiğe sahip Antik Tiyatro'da bir turist kafilesinin pazar ayinine tanık olmanın ayrıcalığını yaşadık. Julius Aquilla tarafından, okumayı çok seven babası Julius Celsus Polemaeanus anısına yaptırılan, zemini renkli mermerlerle döşenmiş, ikonlar ve heykellerle süslü Celsus Kütüphanesi'nin duvarlarına sinmiş şair Kallinos'un dizeleriyle, beyaz kalker kaldırımlı caddelerde tarihin derinliklerinde düşsel bir yolculuk yaptık. Gagalarında zeytin dalı taşıyan yüreği kanatlı barış kuşlarının, defne yapraklarından ördükleri yollarda,  tarihin belleğimize sinen izlerinde "Yitik Zaman Işığı" adlı şiir kitabını okuyarak... Adalı dostların konukseverliği heyecanıyla, zamanın yitip gittiği ve sevginin sebil olduğu bir başka yöremizde buluşmak dileğiyle… Dostlukla…
        İyi yolculuklar...
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.